Çocuğa Sınır Koyma
İşe “sınır” nedir ya da ne değildir ile başlamak lazım. İkili ilişkilerde “sınır” kelimesi hep yanlış algılanmış ve yorumlanmış. Bunun nedeni ise çoğunlukla kültürümüz. Bizimki gibi yüzyıllarca iç içe, dip dibe yaşamış kültürlerde “sınır koyma” ifadesi hoş karşılanmadığı gibi aynı zamanda çoğu zaman ayıplanmıştır da. Geçen yıllar, değişen kültürel yapı ile birlikte artık zihinsel olarak sınır koymanın ayıp bir şey olmadığını bilinç düzeyinde anlamış olsak da; atalarımızdan devraldığımız bilinçdışı miraslarımız (bakınız Jung’un Arketip Kuramı) bu durumu algılayamıyor. “sınır” kelimesi çoğunlukla öfke, sertlik, bariyerler ya da hoş olmayan duygulanımları çağrıştırıyor.
Oysa şimdi “sınır”a başka bir yerden bakma zamanı. Sınır demek, güven demek. Hududunu bilmek, bildirmek demek. Nereye kadar gideceğini, nerede durman gerektiğini bilmenin verdiği huzur ve güven demek. Karşımızdaki kişi eşimiz, çocuğumuz veya arkadaşımız olabilir, fark etmez. Her türlü sağlıklı ilişkide güven esas olduğuna göre ve güveni sağlayan öğelerden biri de sınır olduğuna göre; her ilişkide sınırlara ihtiyaç var.
Sınırlara artık bu çerçeveden bakarak devam edelim ve sınır koyarken sık yaptığımız hatalarla daha derinlemesine inceleyelim bu konuyu. Çünkü neyin yanlış olduğunu bilirsek, doğruları onların yerine koymak daha kolay olacaktır. Gün içinde “aaa ama bu çocuk da haddini aştı artık, dur durak bilmiyor, şuna bir haddini bildirmek lazım” diyerek aşağıdaki gibi cümleler kuruyor musunuz bakın bakalım…
- Yapma dedim sana!
- bir daha oradan oraya zıplarsan tokadı yersin bak!
- o tabaktakiler bitmezse bir daha çikolata yiyemezsin!
- tablette çok oynadın, yok artık tablet falan sana!
- ay yoruldum artık, tamam bugünlük ama sadece bugünlük cips alabiliriz…
- sana kaç kez bana bağırma dedim ben? (genellikle çocuğa bağırarak söylenir)
- kardeşinle kavga etmeye devam edin siz, ben evden gideyim de görün günüzü…
Bu cümleler tanıdık geliyor mu? Bazı öfkeli zamanlarımızda içimizden bir canavar çıkıp bağır çağır bu ve benzer cümleleri sarfediyor olabilir. Ama bu canavarı önce fark etmek lazım, sonra da içimizdeki canavara “bu iş böyle çözülmez, şimdiye kadar çözülmedi, hatta daha beter oldu, sen kenara çekil, bu iş bende artık” diyen sağlıklı ebeveyn yönümüzle olaya yaklaşmayı öğrenmeliyiz.
SINIR KOYARKEN EMİRLER YERİNE SEÇİMLER
Sınır koyarken kendimizi bir otorite gibi hissedip emirler yağdırmamız kaçınılmaz oluyor. Çünkü iç sesimiz şunu söylüyor: “BU ÇOCUK, BUNU ÖĞRENMELİ” ya da “ BUNU ÖĞRETMELİYİM”.
Şimdi şu içsese bir düzenleme getirelim…
“bunu bu çocuğa öğretmeliyim” yerine “çocuğa seçenekler sunmalıyım ve çocuk seçimlerinin sonuçlarını deneyimleyerek bunu öğrenmeli”. Çünkü ben ebeveyn olarak kural koyucu gibi davranırsam, çocuğum bunu hissedecek ve kendi kimliğini oluşturma dürtüsüyle bana karşı koyacak ve çatışacağız. Ya da tam tersi; benim kurallarıma boyun eğecek, korkacak ve kendi kimliğini benim doğrularım üzerinden şekillendirecek, kendi benliğine yabancılaşıp kendi sesini bulamayacak. O zaman ne yapacağız? Emir vermek yerine seçme şansı yaratacağız. Küçük çocuğa küçük seçimler, büyük çocuğa büyük seçimler.